1 Kasım 2011 Salı

Bizim Büyük Çaresizliğimiz

Barış Bıçakçı
Bizim Büyük Çaresizliğimiz

- Zaaflarımın üzerine abanarak seviyorum Nihal’i. (Syf: 40)
- O da anlamıştı herhalde ikimizden bir adam olacağını, benimle konuşulacağını, seninle yaşanacağını. (Syf: 41)
- … Ama bu bir aşk şarkısıydı, mutlulukla mutsuzluğu aynı tepside sunuyordu. (Syf: 42)
- “İçimizle dışımızın bir olması durumunda insanlığın kendini pek iyi hissetmeyeceğini” söylemişti. (Syf: 56)
- Dört kişilik bir yemek masasında komşu kenarlarda oturan iki kişi böyle birkaç saniye bakışınca ne olur? Şu olur: bu iki kişi kendilerini diğerlerinden yalıtır. Canlılığın ilk ve temel aşamasının, bir “iç” ve “dış” yaratan, böylece kendisini çevreden yalıtan hücrenin ortaya çıkışı olduğunu biyoloji söylüyor; her türlü sıcak insan ilişkisinin aşağı yukarı aynı şeyi yaptığını da ben söylüyorum. Birbirine dönersin! İki insan birbirine döner! Bu bakışlarla olur ya da aynı yerde susmayla örneğin, en basit biçimde. Sonra, öyle birbirine dönük, kendi dilini yaratırsın. (Syf: 62)
- “İnsan severken basit sınıflandırmaların sınırlarını değil, kendi sınırlarını görür, kendi sınırlarında dolaşır, kendi sınırlarına değer. Benim bildiğim tek sınır bu.” (Syf: 83)
- Bir arkadaşım anlatmıştı: Üç buçuk yaşında oğlunun genzinde bir sorun olduğu ortaya çıkmış. Geniz eti galiba. Çocukcağız bu yüzden burnundan nefes almıyor, daha kolay geldiği için ağzından alıyormuş. Doktor sorunun çok önemli olmadığını, ancak çocuğun ağız ve burun yapısında kalıcı bir bozulma olmaması için burnundan nefes almaya alışması gerektiğini söylemiş. Arkadaşım konuyu bir soruyla çocuğuna açmayı uygun bulmuş: “Oğlum neden ağzından nefes alıyorsun?” Çocuk da kendinden emin, babasını küçümser bir tavırla, “Baba” demiş, “başka türlü nefes alınmaz ki!” (Syf: 106)
- Sana doğru yuvarlanan yumağın kedisiyim ben. (Syf: 132)
- Benim aklım hep o günlerdeydi. Ne olmuştu o günlere? Yaşanan şeyler ne olur Çetin? Nerede durur? Hatırlamaya ve belleğe ilişkin eğretilemeler beni kesmiyor. Tozlu tavan arasına girmek, eski bir sandığı açmak, sararmış bir defterin sayfalarını çevirmek falan diyorum, beni kesmiyor. Geçmişimizle bağlantı kurmanın tek yolu hatırlamak mıdır? Başka bir eylem yok mu, olamaz mı? (Syf: 133)
- Fotokopi makinelerinin yaydığı ısıyla avundum. (Ne de güzel bir cümledir.) (Syf: 135)
- Yaşadığım her şeyi bir karınca gibi yuvarlaya yuvarlaya ona taşımayı düşünüyordum hala, kış için, o bitmek bilmez kış için ve önümüzdeki kışlar için, turşu kurmadan, reçel yapmadan, masal anlatmadan çıkaramayacağımız kışlar için. (Syf: 139)
- Sen yine kendini sevdin, bense onu sevdim. (Syf: 141)
- Bütün güzel duygular yüzüstü. (Syf: 143)
- Yıldızlı bir gecede, gökyüzünün altında kendini acemi ve çaresiz hissedersen, bu, yıldızlara bakarak başka şeyler düşündüğün içindir. Yıldızlara bakarak sadece yıldızları düşünmek gerekir. Çetin ben Sevgi’ye bakarken de Nihal’e bakarken de sadece onları düşünemiyordum. Bir sürü kurgu vardı aklımda, bir sürü cümle, gürültü, kalabalık, duygu işlerine karışan aklın sakarlıkları… Anla ne olur! (Syf: 144)
- Baharın nasıl bir şiddet içerdiğini fark ediyor musun sen de Çetin? Bahar beni kendisine karşılık vermeye zorluyor. Her çiçeğine karşılık içimden bir çiçek, ılık esintilerine karşılık ciğerlerimden ılık bir nefes istiyor. Parlaklığına, hafifliğine, coşkusuna karşılık vermem gerekiyor. Bahar sunduğu her şeyi yaşamaya zorlayarak bana şiddet uyguluyor. Hele o öğleden sonraları birden bastıran yağmuru... Abartısız kötü biri yapar insanı. (Syf: 148)
- O gün kapkaranlık dolaştım sokaklarda. İçimde, çıkarıp bu şölen sofrasına, “Bu da benden!” diye koyacak hiçbir şey yoktu. Renkli giysiler içinde güzel bacaklarını, muhallebi karınlarını, göğüslerini gösteren, saçlarından ışıltılar saçılan kızlar, bende yalnızca ve yalnızca bir keşiş olma isteği uyandırıyordu. Bu istek de öfkelendiriyordu beni. İnsanın en temel meselelerinden birine, “Arzu etme acı çekersin!” kaypak bilgeliğiyle karşılık verenlere, insanları gömdükleri gibi meselelerini de gömebileceklerini düşünen kazma kürek erbabına öfke duyuyordum. Yürüyordum, kendi kendime büyük sözler söyleyerek kalabalığın içinde yürüyordum. Özgürlüğün kimse tarafından sevilmemeyi göze almak olduğunu söylüyordum. Ne büyük söz! Uç bakalım Ender, uç! Sözcüklerden kendine kanat yapanları çok gördük biz! (Syf: 149)
- Yeni neslin hisleri derine nüfuz etmiyor, derilerinde kaşıntılı kızarıklar olarak kalıyor mu diyeceğiz? … Vallahi Çetin, seninle iki uzaylı gibiyiz, dünyalılardan hiçbir şey anlamıyoruz. Karşımıza çıkıyorlar, biz atmosferlerindeki oksijen bolluğundan yemyeşil kesilmişken, her şey yolundaymış gibi bir de “Selam Dünyalı! Biz dostuz!” dememizi bekliyorlar. (Syf: 156)
- Yaşamak aslında birbirinden kopuk yaşantılar arasında bağlantılar kurmaktır. Bir hatırayı diğerine bir fotoğraf albümünü değil yaşayan insan bağlar. (Syf: 162)

9 Şubat 2011 Çarşamba

Tanrılara!


"Bazen aklıma neler neler gelir, herkesin, bütün dünyanın benimle alay ettiğini düşünürüm. İşte o zaman ben de dünyayı altüst etmek isteğine kapılırım. Ve çevreme sıkıntı vermeye başlarım. Tanrıyla boy ölçüşmek, kavgaya tutuşmak, bu uğurda kendimi (boş yere) yok etmek isterim. Bilirim ki bu, 13-14 yaşında bir çocuğun ukalaca hatta budalaca tavırlarından başka bir şey değildir. Yine de kendimi bu duygudan alamam, bile bile dalarım bu düşüncelere. Nitekim bunları bilerek kabul edişim kendimden nefret etmek için en büyük sebeptir. Ve tabi ki ben, bu dünyada en çok kendimden nefret ederim. Bu aşırı duyarlılık, içime giren şeytan gibi sarar bütün benliğimi. Ve benliğim her köşesini bu lanet şeytanla keşfettikçe yaşayan her şeyden de ayrı ayrı nefret ederim. Ayrıca tanrının hikmetlerini parça parça üzerlerinde taşıyan sizlerin her bir hünerini ayrı ayrı kıskanıyorum, sırf kendi beceriksizliğimden hissediyorum bu duyguyu, evet. Sevgili tanrılarım sizden, hepinizden, bir bir bağışlanma istiyorum, evet evet bildiğiniz bağışlanma istiyorum. Sırf aşağılık, ikiyüzlü, budala olduğumu bilip bana nasıl davranmanız gerektiğini görün diye yazıyorum bunları buraya. Belki kendimi itin götüne sokup çıkarmaktan zevk alıyorum; ama siz bununla ilgilenmeyin. Sadece karşınızdaki insanın ne kadar bayağı özellikleri olduğunu bilin. 

Sevgili, yüce, kutsal tanrılarıma…"

Bir insan, başkasının büyük acı çeken bir varlık olduğunu çok nadir kabul eder.

Bir insan, başkasının büyük acı çeken bir varlık olduğunu çok nadir kabul eder. Çünkü çoğu insan, sanki bir rütbeymiş gibi, kimseye kaptırmamak için olanca gücüyle sarılır acıya. Velinimetim olan biri, beni küçük düşüren, beni alçaltan bir acıyı, örneğin; açlık gibi bir şeyi çekmemi rahatça kabul eder. Ama acının çeşidi biraz daha yüksek olsun, örneğin; bir ideal için acı çekmek söz konusu olsun, aynı insan, böyle bir çileyi çekebileceğimi çok nadir zamanlarda kabul eder. Çünkü bundan söz edilince, bir de bakar ki benim yüzüm hiç de herhangi ideal için acı çeken bir insanın yüzüne benzemiyor. İşte o zaman bana iyilik etmekten vazgeçer; hem bu hiç de kötü yürekli olmasından ileri gelmez.

Dostoyevski

26 Aralık 2010 Pazar

"Kişisel-Dumanlı Hava Sahası"nı destekliyoruz.!? :)

Genç adam, kısık gözleriyle artık iyice beliren Ay’ı yakalayıp elindekini işaret ederek konuşmaya başladı:
“Bu zıkkımı içenlere neden içtiklerini sorduğunda onun kendilerine, dertlerine, acılarına, isyanlarına yoldaşlık ettiğini söylerler. Oysa çoğu, onun, içene yoldaşlık etmekten öte can verdiğini, ciğerlere hayat üflediğini fark etmez. Kaskatı olmuş dünyanın dört bir yanından bin bir derdini emen bu gökyüzünden kendi payıma düşen kurşun gibi ağırlaşmış havayı ciğerlerime doldurmak isteyip de bir türlü beceremediğimde oksijen maskesi gibi imdadıma yetişir işte bu meret. İnsanların temiz dediği o dumansız hava, o kadar fazla insan yığınıyla doludur ki bazen, sigaramdan koca bir duman çekip kendi pisliğimde boğulmak bana o temiz dedikleri havadan bin kat iyi gelir. İşte bana bu yüzden zevk veriyor bu meret ve içtikçe içime kene gibi yapışmış asalakları kovuyor, kendi bokuma daha çok batıyorum. Al hadi, yak sen de bir tane.”

15 Kasım 2010 Pazartesi

Algı(??)

Bir yerden bir taş bulup üzerinde ''beni aç'' yazısını görme ihtimalimiz ne kadar düşükse, algılarımızın açılma ihtimali de o derece düşüktür. O taşı açsak bile içinde bir tek tüy bulup ''bu ne lan'' dememe ihtimalimiz de o derece düşük. Ancak bizler anlayamadığımız şeyleri yüceltmeyi ve hatta tapınmayı çok severiz. Üstelik de bu ''anlayamayan'' güruh kendi benzerlerini de görüp daha da coşarsa, asıl anlaşılması gereken şeyler yitip gider. O tüy uçar, geriye bomboş bir taş kalır. Sen de kendini o boş taşın içine kapatıp bomboş bilincini yüceleştirme ritüelleriyle doldurursun. Böylece rahatlatırsın kendini. Hayran olmanın kendini kusursuzlaştırdığını ve kendini de giderek o hayran olduğuna özdeşleştirdiğini sanarak kandırırsın. Halbuki sen azalırsın sadece ve bir yerde zavallılaşırsın.

Aklımız gerçek hayatta olup bitenlerin olasılıklarını hesaplayarak yine olabilecek şeyleri bize çaktırmadan programlarken bizler aklın bize bıraktığı filtreden geçip gidenleri bir süre sonra uyuklayarak takip ederiz. O filtresi kırılmışların yaptıklarına bakınca da sadece hayranlığımız ve bomboş övme laflarımızdan başka bir bokumuz kalmıyor elimizde. Sadece hissetmekle, insan kendini yok edecektir. Hissetmek cennetin kapısının önünde dolanıp durmaktan başka nedir ki? Hissetmek ve içeri almak gerek. Algılamak gerek. Bilmek tüm bütün bunların noktası. Sonrası sessizlik ve yansımalar başlar.

31 Ekim 2010 Pazar

Ordet


Ben bir duvarcıyım. Ben evler yaparım, ama hiç kimse içinde yaşamaz. Kendileri yapmayı severler. Nasıl yapılacağını bilmedikleri halde kendileri yaparlar. Bu yüzden bazıları yarısı bitmiş kulübelerde, kimi yıkıntılarda yaşar ve çoğu da evsiz dolaşır. Siz eve ihtiyacı olanlardan mısınız?

21 Ekim 2010 Perşembe

Arz-ı Hal

Ben de günahkar kullarındanım Allahım...
Bir Kulhuvallahi bilirim dualardan,
Bir de -Yarabbi şükür- demeyi doyunca,
Bir kere oruç tutmam ramazan boyunca,
Ama çekmediğim kalmadı sevdalardan.
Ben de günahkar kullarındanım Allahım!...

Benim gibi kulun çok dünyada, Allahım!...
Eğer bilmiyorsan işte, haberin olsun.
Ekmek derdi, aşk derdi unutturdu seni.
İnsan hatırlamıyor dün ne yediğini.
Zaten yediğimiz ne ki hatırda dursun.
Benim gibi kulun çok dünyada, Allahım!...

Yazdıklarıma sakın darılma Allahım!...
Meleklerin sana bunları söylemezler.
Artık, pek yarattığın gibi değil dünya
İnsanlar hem sabuna karıştı, hem suya:
Ne olursun hoşuna gitmediyse eğer,
Yazdıklarıma sakın darılma Allahım!...

Sana bir şey soracağım, affet, Allahım!...
Beş vakit kızlar doluyor camilerine,
Beyaz yaşmaklı, beyaz tenli masum kızlar...
Benim bir defa görüşte yüreğim sızlar;
Sen tutulmadın mı, içlerinden birine?
Sana bir şey soracağım, affet, Allahım!...

İşte insanlar bu minval üzre, Allahım!...
Kıt kanaat sere serpe yollar boyunca
Sen, bizim için hala o ezeli sırsın.
Sen de, bizi bilmiş olsan, başkalaşırsın...
Herkesin kederi, gailesi boyunca.
İşte insanlar bu minval üzre, Allahım!...

Turgut Uyar