13 Ekim 2010 Çarşamba

Celisse'ye dair film gibi bir rüya! Bilinçaltımdan talepte bulunsam tekrar gösterime girer mi acaba?

Hayatımın en akıl almaz rüyasını aktarıyorum; fakat buradaki kişinin kim olduğu saklı kalsın diye yine bir başka rüyada Onu Celisse ismiyle gördüğüm için o kişinin ismini burada Celisse olarak değiştiriyorum ve  rüyanın aktarımını da biraz hikayeleştiriyorum; lakin içerik birebirdir.
___________________________________________________________________________
Allah’ım bu nasıl bir uğultu? Neden bu kadar çok konuşuyor insanlar? Dayanamıyorum onları duymaya, kaçmalıyım, kıpırdayamıyorum ve üstelik bir şey de göremiyorum, kör olmuşum. Dizlerimin üstüne çöküyorum tüm yenilmişliğimle, ne yapacağımı bilmez bir haldeyim. Biri tutuyor omzumdan, sert bir şekilde sarsıyor: “kalk ayağa… Kalksana!” diye bağırıyor bana. Tanıyorum bu sesi, nasıl da seviniyorum. Celisse bu, evet Celisse’nin sesi. Sarılmak istiyorum ama belli ki bir yere yetişmeliyiz, kaldırıyor beni, elimden tutuyor ve koşarak beni bir yerlere sürüklüyor. Hiçbir şey göremediğimi bildiği halde koşturuyor beni, takılıyorum, düşüyorum, dizlerim kanıyor sanırım, her yerim acıyor. Saatlerdir koşuyoruz galiba, çok yoruldum. “Dur” diyorum Celisse’ye “Dur artık, tükendim ben.” Duruyor ve yakamdan sıkıca tutarak “koş dedim sana, koş ve ben dur diyene kadar durma” diyor. Ağlayacak oluyorum, Allah’ım nasıl bir azaptır bu, hiç gücüm yok. Yapıyorum yine de dediğini son gücümle elimden geldiğince koşmaya çalışıyorum. Bir de görebilsem nereye gittiğimizi göremiyorum, sadece kumda koştuğumuzu hissediyorum ve baştaki kalabalığın uğultusundan çıktığımızı anlıyorum. Derken Celisse bir anda duruyor ve tuttuğu elimi savurarak beni yere düşürüyor. “işte geldik.” diyor. Ellerimle yokluyorum yeri, nereye geldiğimizi anlamaya çalışıyorum. Nafile, anlayamıyorum. Tek anlayabildiğim şey artık kum değil taş bir zeminde olduğumuz. Garip, çölün ortasında taş bir zemin olur mu diye düşünüyorum. Celisse’nin sesini duyuyorum sonra “ayağa kalk ve bana bak” diyor, iyi de ben göremiyorum ki. Nasıl bakayım? Söylüyorum bunu ona, sert bir şekilde tekrarlıyor, “ayağa kalk ve bana bak”. Ayağa kalkıyorum, o anda ilginç bir şey daha hissediyorum, sanki bir boşluk içindeyim, bu hissin ne olduğunu anlamaya çalışırken Celisse’nin etrafımda döndüğünü hissederek bu uğraşıma son veriyorum.  “Bana bak” diyor Celisse tekrar tekrar. “Gör beni.” Allah’ım ağlayacağım, göremiyorum ki ben, göremiyorum. Bir oraya bir buraya dönüyorum, ses nereden geliyorsa oraya bakmaya çalışıyorum ama göremiyorum işte. Bir anda dibimde hissediyorum Celisse’yi. Eliyle çenemi tutuyor sıkıca, “bana bak dedim sana” diyor. Sözünü bitirir bitirmez açılıyor gözlerim, bakıyorum, evet görüyorum. Gözlerini, saçlarını, elini… Allah’ım görebiliyorum. Sarılmak istiyorum yine ama 3-4 metre yükseliyor bir anda. Ve yükseldiği anda nefesim kesiliyor. Allah’ım nerdeyiz biz? Uzay burası evet. Küçük bir göktaşının üstündeyim ben de. Etrafıma bakıyorum şaşkınlıkla. Kapkara bir evren içerisinde pembeden beyaza kaçan, koyu yeşilden açılarak beyaza ulaşan renkler ve binlerce yıldız, gezegen. Solumda devasa güneş, kocaman turuncu bir portakal gibi. Parlamıyor ama sönük de değil. Gün batımında aldığı hal gibi sadece turuncu, orada bekliyor öylece. Ne var başka diye merak ediyor, bakınıyorum ama Celisse yine bağırıyor bana: “uç ve yanıma gel”. Uçmak mı? Bu kadarı fazla değil mi? Nasıl uçayım ben? Tekrarlıyor “uç ve yanıma gel”, zıplıyorum, zıplıyorum. Olmuyor uçamıyorum. Ağlasam olmaz mı, dayanamıyorum, yoruldum. Celisse kızgın bir şekilde hızla üzerime doğru uçuyor ve o anda ayak bileğinden çektiği stilettosunu doğrultuyor bana. Bana mı saplayacak? Kapadım gözlerimi yine, korktum. Saplamadı, çenemin altında tutuyor bıçağın sivri uçunu. “uç dedim sana” diyor ve çeneme bastırdığı bıçağı yukarıya doğru kaldırıyor, aman Allah’ım uçuyor muyum ben? Haha, ayaklarım yerden kesildi, uçuyorum evet. Nasıl mutlu oluyorum ama belli edemiyorum, çekiniyorum. Bıçağı çenemden çekiyor Celisse ve bana uzatıyor. Nasıl güzel bir stiletto bu, ne harika işlemeler üstündekiler. Celisse’nin bana baktığını hissediyorum, yanlış bir şey yapmış çocuk gibi kaşlarımı kaldırarak bakıyorum ona. İlk defa gülümsüyor bana, şaşırıyorum. “Hadi” diyor “hadi sapla o bıçağı göğsüme ve karın deliğime kadar yar bedenimi” şaşırmıyorum, tereddüt etmiyorum, beklemiyorum da. Yapıyorum dediğini hemen. Bıçağı göğsüne sapladığımda küçük bir acı hissediyor sanırım, yüzünden anlıyorum. Karnına kadar çekiyorum bıçağı, turuncu bir ışık süzülüyor içinden. Parlamıyor ama sönük de değil. Tıpkı az önce gördüğüm güneş gibi. Elini uzatıyor Celisse ve “hadi gir içime” diyor. Tutuyorum elini ve sırtımı dönüyorum, yavaş yavaş yaklaşıyorum bedenine ve cenin gibi bir hal alıyorum. İşte içindeyim artık. Ardından yardığım bedeninin üzerinde elini gezdiriyor, tüm o kesik bir anda kapanıyor, beni içine hapsediyor sanki, seviniyorum. Şaşırıyorum, ilk hissettiğim yeri elindeki parmakların uçları oluyor. Parmaklarına içeriden dokunuyorum, gülüyorum. Sonra yanağını öpüyorum içeriden ve sarılıyorum ona, onun kollarıyla, onun bedenine. Gülümsediğini hissediyorum, seviniyorum, mutlu oluyorum. Tam karşımızda güneş yavaş yavaş parlamaya başlıyor, bakakalıyoruz ona bir süre. Sonra“hadi söyle bakalım, nereye gitmek istersin?” diyor, sağ alt tarafımıza bakıyor, onun baktığı yeri ben de görüyorum artık, eliyle işaret ederek “bak şurada gördüğün bizim dünyamız” diyor, “bizi bilen, tanıyan ve bizim bildiğimiz her şey, herkes orada. Oraya dönmek ister misin?” diye soruyor. Cevaplayamıyorum, düşünüyorum. Başımı sol üst tarafımıza çeviriyorum, benim baktığım yeri o da görüyor artık, garip bir şey var orada, ne gezegene ne de başka bir şeye benziyor. Evrenin siyah renkleri arasında kırmızı garip şeritler görüyorum. “Bu ne?” diye soruyorum, “bilmiyorum fakat görmek istersen gidebiliriz diyor, “Gitmek istersen gidebiliriz?” diye soruyorum ben de. Gülümsüyor. Hadi öyleyse diyerek yol alıyor ve yavaş yavaş parlayan güneşi selamlayarak merakımıza doğru gidiyoruz.
Ve böylece rüya bitiyor, uyanıyorum:)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder